İLİŞKİLER 11 Eylül 2017
37b OKUNMA     936 PAYLAŞIM

Toplumsal Cinsiyete Dair Bütün Bilinmesi Gerekenleri Toparlayıp Servis Eden Bir Yazı

Toplumsal cinsiyet, içerdiği derin sosyolojik süreç nedeniyle akıllarda net bir karşılık oluşmasına engel olan bir kavram. Sözlük yazarı "bilgioburu", toplumsal cinsiyet hakkındaki yorum ve bilgilerden yararlanarak akıcı bir bakış açısı sunmuş.
iStock

insan yaşamının her alanında görülebilecek durumlar ve bu durumlara göre tanımlamalar içeren birçok alan bulunur, ele alınması gereken bir diğer alan da kadın veya erkek sıfatıyla tabir edilmesidir ki, bu bireysel ve toplumsal yaşamın temel tipik niteliklerini ve esaslarını meydana getirir. cinsiyet şeklinde formülleştirilen bu fenomen, bireye yönelik toplumsal kavramaları, değerleri, rolleri şekillendiren, özellikleri ve beklentileri içinde bulunduran mühim bir toplumsal kategoridir. kadın veya erkek sıfatıyla cinsiyete dayalı bir kimliği bünyesinde taşıyan bireyin, toplumsal beklentilerin dışında kalması mevzu bahis değildir.

cinsiyet ile alakalı araştırmalarda rastlanılan ciddi bir zorluk, “sex”, “gender” ve “social construction of gender” gibi kategorilere yüklenen ve bunları dile getiriş şekillerinin farklılıklarıdır.

kadınlara ve erkeklere yüklenen , karakterize edinilmesi beklenen isteklerin, hedeflerin, tutumların hepsine “roller” diyebiliriz. bu rollerdeki çeşitliliğin yalnızca cinsiyete göre değer biçildiği görüşü uzun yıllar saltanatını sürmüştür.

toplumsal cinsiyet hakkında en detaylı incelemeler amerika’da psikiyatrist ve psikanalist (bkz: robert stoller) tarafından meydana getirilmiştir. 1968 tarihli (bkz: sex and gender) isimli kitabında kadınlık ve erkeklik hallerini birbirinden ayrıştırmak adına bu kavramı ilk kez kullanmıştır. ingiltere’de (bkz: ann oakley), 1972 yılında (bkz: sex, gender and society) adlı kitabında cinsiyet ve kişilik, cinsiyet ve zeka arasındaki ilişkileri tartışmış ve toplumsal cinsiyet rollerinin nasıl öğrenildiğini anlatmıştır.


bu konu , özetle, doğumla birlikte bireyi kapsayan cinsiyet ve doğum ardından toplumun kültürel özellik ve talimatlarıyla şekil verilen toplumsal cinsiyet kavramlarını içermektedir.

bu noktada, cinsiyet kişinin male (erkek) ya da female (kadın) olarak başkalık gösterdiği genetik, fizyolojik ve biyolojik vasıfları olarak tarif edilirken; toplumsal cinsiyet kadının ve erkeğin sosyal halleri ölçüsünde nokta koyulan rol ve sorumluluklarını ifade etmektedir.
kadın ve erkek olarak toplumun bireyi ne ile tanımladığı, ne ile kavradığı, ne ile andığı ve nasıl hareket etmesini istediğine ve belirlediğine dair bir tasvir olan toplumsal cinsiyet, kadın ve erkek ilişkilerinin toplum tarafından meydana getirilen kültürel yapı içerisinde devamlılığını hedeflemektedir.

bu yönergeler dahilinde: toplumsal cinsiyet tasarımı, iki cinsin, toplumsal ve kültürel getirilerle paketlenen rol ve sorumluluklarını anlatmakta olup; esasen kadın ve erkeğin içinde var olduğu toplum tarafından nasıl kavrandığı ile ilişkili bir kavramdır.
cins, biyolojik kapsamda dişiliği ve erkekliği tasvir ederken, cinsiyet biyolojik kapsamaya ek olarak sosyokültürel öğeleri de içerisine almaktadır. “sex” için cinsiyet, “ gender ” için “ toplumsal cinsiyet ” kavramlarını ele alıp; cinsiyeti, bireyin biyolojisine göre belirlenen demografik bir zümre, toplumsal cinsiyeti ise kadın veya erkek olmaya hedefli toplumun veya kültürün eklemlediği anlamları ve beklentileri ifade ettiğini söyleyebiliriz.

bu düzlemde biyolojik başkalıklara cinsiyet farkı diyerek, bunu doğuştan gelen yapısal ve fiziksel özelliklerle ifade edebiliriz. kadın ve erkeğin kromozom yapısından, hormonlarının, üreme işlevlerindeki farklılıkları ve vücudun genel yapısındaki farklılıkları bu alanda ölçülmektedir.


toplumsal cinsiyet farklılıklarını ise doğuştan değil kazanılmış olarak, kültürün cinsiyetlere çocukluk çağından itibaren uygun bulduğu duygu, tutum, davranış ve roller arasındaki farklılıklar olarak ele almaktadır.

bu tanımlamalara dikkat edildiğinde, beden ve toplumsal olan arasında net bir çizginin çekildiği görülebilir.

topluluk olarak yaşamını idame ettiren fertler, büyük oranda istedikleri şekilde veya rastlantı olarak eylemlerde bulunmazlar, davranış şekillerini içinde bulunduğu sosyal dünyanın zaruri kültürel zihniyet modellerine uygun olarak meydana getirirler. toplum düzeninde mevcut olan kadınlar ve erkekler, cinsiyet bakımından bireysel ölçekte biyolojik bir canlı iken sosyal çevreye adım attıklarında, bu yapının aksine toplumsal rol ve değerler örtülerini takınırlar.

her toplum, içinde yaşattığı insana farklı figürlerde örtüleri yakıştırır. zamanın ve toplumun koşulları dahilinde takındığı bu örtünün modeli, şekli ve boyası da farklılaşır.

bunun üzerine, bir bireyin cinsiyet değerlerinin, bir kültür örgesini sırtında taşıdığını görebiliriz. cinsiyetler arasındaki davranış başkalıkları, toplum namına bizim onlardan neyi umduğumuzu gösterir. toplumun temsil ettiği reaksiyon ve tasdikler ise beklenilen tutum ile gerçekleşen tutum arasındaki nüansa dair olarak çeşitli boyutlarda olur. ister istemez insanlar üzerinde patetik olan cinsiyet değerlerinin, yönlendirici, kısıtlamacı ve kılavuzluk edici bir şekilde pek çok fonksiyonu bulunmaktadır.


hiç kimse bir sosyal oluşum zarfında sosyal ilişkilere etki eden bu değerleri boşlayamaz ve bu değerlere ilgisiz kalamaz. günlük hayatın her sahasında, evde, okulda, işte, otobüste, çarşıda ve pazarda sözün kısası sosyal ilişkilerin sürdüğü her alanda bu değerler varlığını gösterir.
örneğin çocuğuna zarar veren anne, yuvasına karşı mesuliyetini yerine getirmeyen baba, gece dışarı çıkan genç kız, kızlar gibi giyinmeyi seven ve bir vaziyet takınan erkek çocuğu, kültürel rol beklentilerine karşıt tutum aldığından dolayı toplum tarafından ayıplanır ve tepkilerle karşılanır. bu ayıplama ve onaylamalar doğrultusunda kültürün tabir ettiği önceliklere göre biçimlenen cinsiyet durumları ve değerleri, o toplumun cinsiyet kültürünü tekvin eder.

yani kültürün cinsiyetlere müteveccih kısmı ve bu sahada kültürün şekillendirdiği yargılar, bu tutumları dışa vurur. bu noktada oluşan geçiş ve ayrımlaşmalar, sosyal ilişkilerin özelliğine etki oluşturduğu gibi yeni rol ve tutumların meydana gelmesine de nedensellik oluşturur. tradisyonel cinsiyet norm ve değerlerinin başkalaşma ile dolaylı halde bulunması, toplum içerisindeki cinsiyet ile alakalı konularda sıkıntılı bir seyrin ve arbedelerin belirteçleridir.

cinsiyet ile alakalı araştırmalarda rastlanılan ciddi bir zorluk, “sex”, “gender” ve “social construction of gender” gibi kategorilere yüklenen ve bunları dile getiriş şekillerinin farklılıklarıdır demiştim.


bu konuyu detaylı inceleyelim;

erkekler ve kadınlar arasındaki başkalıkları yaratan onların natürel özellikleri midir, yoksa içinde yaşadıkları toplumun özellikleri nedeniyle mi farklıdırlar? daha elle tutulur olarak, erkeklerin devlet adamı , boksör, kamyon şoförü, komando askeri olmaları, tabiatı gereği midir? çekişmeci, aktif, rasyonel olmaları doğuştan mıdır? bu özellikleri nedeniyle mi toplumda yönetici konumlarda bulunurlar?

kadınların öğretmen, ebe hemşire, terzi, olmaları doğalarının gerektirdiği tercihler midir? çocukları seven, acıması olan, yardım sever ve hissi olmaları doğuştan getirdikleri özellikleri ile mi ilgilidir? erkekler ev dışında çalışıp para kazanırken kadınlar da evde oturup çocuklara bakarken doğalarına uygun bir şekilde mi davranmaktadırlar? yoksa acaba erkeklerin ve kadınların bu özellikleri toplumsal mıdır? yani aile içinde sosyalleşen ve toplumda etkileşim içinde edinilen nitelikler midir?

bu sorular uzun zamandır psikologların, psikiyatristlerin, davranış bilimcilerin, sosyologların ve diğerlerinin sordukları sorulardır. aralarında ince farklar olsa da, bu konudaki düşünürler iki ana grupta toplanabilir. toplum içinde kadın ve erkekler arasındaki sosyal farklılıkların biyolojik farklılıkların bir yansıması olduğunu savunanlara “doğacı görüş” taraftarları ve cinsiyet rollerinin kültürel olarak belirlendiği ve sosyal olarak inşa edildiğini savunanlara da ‘gelişmeci görüş’ taraftarları denilir.


doğacı görüş: erkeklerle kadınlar arasında fiziksel ve biyolojik niteliklerden meydana gelen başkalaşımlar vardır. toplumsal iş bölümü evrimsel düzlem içerisinde farklılıklar çerçevesinde oluşmuştur. erkekler kadınlardan fiziki nitelikte daha kuvvetli olmalarından dolayı avcı ve muharip olabildiler ve haneden ayrılabildiler. kadınlar ise, hem fiziksel olarak ince yapılıydı hem de çocuk üretme nitelikleri sebebiyle haneye tabi idiler.
bu sebeple, erkeklerin ev-hane ötesinde, kadınların ise ev-hane dahilinde işleri üstlenme girişimleri şeklinde bir sosyal iş dağılımı gelişti. doğacı görüşü ileri sürenler tezlerini sürdürmek adına birçok biyolojik, genetik, psikolojik bulguları ileri sürmüşlerdir. örneğin zeka testleri ile erkek çocukların doğal özellikleri uyarınca bilhassa matematik, fizik, kimya gibi bilimlerde, kız çocuklarının da dil ve edebiyat gibi bölümlerde muvaffakiyetli olacaklarını kanıtlamaya çalışmışlardır.

gelişmeci görüş: bu görüşün savunucuları, cinsiyet (biyolojik) ile toplumsal cinsiyet arasındaki bağlantının güçsüz bir bağlantı olduğu görüşündedirler. kadınlar çocuk doğurur, bu onları erkeklerden ayrıştırır. ancak bunun dışında pek çok alanda aralarındaki biyolojik başkalıkların önemi kalmamıştır. teknolojinin bu derece ilerlediği günümüzde kas gücü gerektiren çok az iş türü vardır.bundan dolayı, kadınlar erkeklerin yaptığı pek çok işi yapabilmektedirler. erkekler de ev içinde yapılması gereken işlerin ve hizmetlerin üstesinden gelebilirler. kadın veya erkek bedenine sahip olmakla toplumsal özelliklerimizin (davranma, düşünme, karar verme (tutum alma ve eylemde bulunma) belirlenmesi bağlantılı değildir. bu görüşe göre bir insanın davranışı, büyük ölçüde onun yetiştiği sosyal ve kültürel çevrenin (yapının) bir karşılığıdır.


cinsiyet konusu ile ilgili hallerin ve tutumların oluşmasını biyolojik belirlenimci paradigmalar, hormonal neticelerle açıklamaktadır.

bu düşünce, hormona ait bir etkiye tabi tutulan beyin zarfında, hamilelik sürecinde oluştuğunu kabul etmekte ve insan yaşamı boyunca cinsiyet konusundaki hallere ve tavırlara kaynaklık ettiği söylenen bu hormonsal etkenlerin, cinsiyet kimliğinin de biçimlenmesinde mühim bir etkisi olduğu ileri sürmektedir. örneğin (bkz: anne moir) ve (bkz: david jessel), beynin bir cinsiyete özgü şekillediğini ileri sürmekte ve cinsler arasındaki davranış ve tutum başkalıklarını hormonal etkilerle ilişkilendirmektedir.

beyin referanslı doğum sonrası gelen farklılıkların, kadınların ve erkeklerin olguları başka türlü algılayıp, sıralayıp, değerlendirip, başka türlü tepki vermelerinin nedeni olduğunu ifade etmektedirler. sonuçta algılanan iki farklı dünya ile kadınların ve erkeklerin farklı tavır ve tutumlara sahip olduklarını söylemektedirler. 

aynı doğrultuda , abd'li akademisyen ve sosyal eleştirmen (bkz: camille paglia), cinsiyet konusunda davranışların biçimlenmesinde doğuştan gelen dolaylı niteliklerin efektif olduğunu belirtmekle birlikte cinsiyeti ve cinsel kimlikleri doğallığın bir aşağı kategorisi olarak açıklamaktadır. toplumsal yapının neticesini görmezden gelmeyen ama yine de baskın olan konumun doğanın kendisi olduğunu savunan camille, kadının ve erkeğin natürel etkenler dahilinde sıkışıklık altında bulunduğunu ileri sürmektedir. 

genel bir bağlamda yazara göre doğanın getirisi olan bu nitelik, cinsiyetle alakalı davranışların biçimlenmesinde efektif olarak büyük bir rol oynamaktadır. kalıtım temelli olarak yalnızca biyolojik etkileri göz önünde bulunduran bu gibi tek hatlı fikirler, her şeyden önce sosyal bir canlı olan insan tavırlarını ifade etmek konusunda ehliyetsiz ve noksanlıkla kalırlar. insan davranışı, karşılıklı ilişkiler düzleminde sosyal olan bir saha içerisinde meydana gelir.


ancak kişi, davranışını meydana getirirken biyolojik uyarı etki doğrultusunda kısıtlamasız bir eylem özgürlüğüne de sahip değildir. sosyal olan ilişkiler ağı ve burada kendine yer edinmiş olan yargılar, bireyin davranışını sınırlamada devingen bir etkiyi kapsar. yani insan hem sosyal olan dünyayı meydana getirir, hem de onun tesiri altında kalır.

buna ek olarak cinsiyet davranışlarının meydana gelişinde ve cinsler arası tutum farklılaşmasının tanımlanmasında efektif olan durumun psikolojik yapı etmenleri olduğu düşünülmektedir. bu doğrultudaki görüşler ise her iki cinsiyete özgü olan davranışları kabul etmekle birlikte, meydana gelen farklılığın nedeni olarak, psikolojik ve duygusal özellikleri ön plana almaktadır. aslında bu görüşlerde cinsiyet farklılığının esas değerleri ve değer doğrultularını belirlediği düşüncesi mevcut bulunmaktadır.

bu çerçeve, kadınların farklı bir psikolojik ve zihni durumlarının olduğuna yönelik çıkarımlar yapmaktadır. bu düşünceye göre kadınların hedefleri, arzuları, duyarlılıkları ve genel olarak dünyaları kendine özgü olması sebebiyle, toplum içerisinde farklı bir davranış ve tavır içerisindedirler. bu durum cinsiyet sahiplerinin bireysel özellikleriyle yakından alakalıdır. kadınlar, ilişkilerinde daha duygusal, destekleyici ve kişisel açıklık yanlısıdır. oysaki erkekler, ilişkilerinde ikili gerekliliklere daha çok konumlanırken , belirli bir oranda şahsi olmayan dostluk ve topluluk ilişkilerine önem verirler. incelik, merhamet, mesuliyet ve adanmak kadınlarda daha çoktur. 


yine cinsiyet, değerler ve yetenekler konusunda başka ülkelerde yapılan incelemere dikkat ettiğimizde, kadınların ve erkeklerin değerlerinde bir takım farklılaşmaların olduğu öne sürülmektedir.

mesela (bkz: gordon willard allport) ve (bkz: philip e. vernon) oluşturdukları araştırmalarda erkeklerin kuramsal, ekonomik ve politik değerlere, kadınların ise estetik, dini ve sosyal değerlere daha fazla önem verdiklerini tespit ettiklerini ileri sürmüşlerdir.

(bkz: milton rokeach), erkeklerin başarı, entelektüel meşguliyeti gibi değerlere, kadınların ise sevgi, samimi ilişkiler ve aile ye daha fazla önem verdiğini belirtmektedir. aynı yönde erkeklerin mesleki ilgileri daha ağırlıklı olduğu ifade edilir. örneğin mesleki açıdan bir erkek, çiçekçi olmaktan çok tır sürücüsü olmayı ister. yine meslek dışında dansa gitmekten çok futbol maçına gitmeyi ister. erkeklerin daha çok macera, makine ve ilimle, kadınların ev işleri, sanat vb. mesleklerle ilgili oldukları; aynı zamanda yarışmacı, atılgan, konuşmalarında ve duygularında sert yapılı oldukları saptanırken, kadınlar ise daha duygusal, estetik bakımdan duyarlı ve mavi normlar üzerinde daha sert durdukları tespit edilmiştir.

özetle bu açıklamalarla aktarılmaya çalışılan içerik ,daha çok cinsiyeti diğer cinsiyete oranla artan ve azalan özelliklere inanılan psikolojik ve davranışsal özellikler ileri sürmektedir. psikoloji bu alan içerisinde cinsiyetlere mutabık kabiliyetleri, kişilik özelliklerini, davranışları ve kendilik konseptlerinin elde edilmesini “cinsiyetleri ayrıştırma süreci” olarak ifade etmekte ,cinsiyetler arası farklılıkların etkisini ortaya koymaktadır. esasında erkekler ile kadınlar arasındaki bu yapısal farklılıkların ve özelliklerin bulunmasının bir gerçek olduğu kabul edilir.


ancak bu farklılıklar yalnızca biyolojik, fizyolojik veya psikolojik olmamakta, bununla beraber kültürel ve sosyolojiktir.

zira yapısal farklılaşmalar olarak tasvir edilen kimi meseleler, öğrenilmiştir ve insanların davranışlarının yalnızca bu yapısal özelliklerin tesirinde meydana gelmesi ve biçim alması söz konusu değildir. esasen tüm bu farklılıklar, cinsiyet özellikleri ile birlikte cinsiyete hedefli kültür tarafından ön görülen kalıp yargıların ve rollerin öğrenilmesine de bağlıdır. çünkü çoğu zaman kadına ve erkeğe dayandırılan özelliklerin kültür içerisinde saptanmış, öngörülmüş bir konumu bulunmaktadır. örneğin başlıca iddia edilen kadınların ve erkeklerin farklı duygusal bünye özelliğine ait olması meselesinde, bu duygusallığın toplumsal yapı tarafından işlendiği öne sürülmektedir.

örneğin bir başka düşünceye göre, kadınların ve erkeklerin duygusal yapısı aynı zamanda toplum tarafından cinsiyet karakterlerine belirlenen duygusal karakterle alakalı olarak da belirir. bu düzlemde kadınların ve erkeklerin duygusal karakterleri farklı biçimlerde meydana gelir ve algılanır. örneğin erkekler adam ağlayamaz, kadınlar sinirlenmez gibi farklı tavırlar toplumlarda rastlanılan hallerdir. gerçekten de kadınların ve erkeklerin içinde bulunduğu tutum ve davranışlara dikkat edildiğinde, çoğunlukla toplumsal düzlemde bir ilişkisinin ve karşılığının olduğu görülür.



bazı görüşler cinsiyet yapısını bir “sub-culture” takımı olarak görmekte, kadın ve erkek değerlerinin farklılaşmasında psikolojik farkların tesirlerini onaylamakla birlikte, asıl farkları meydana getiren nedenin, toplumsal ve kültürel etkenler olduğunu ileri sürmektedir. cinsler arasındaki davranış farklılıkları, bir nevi toplum olarak onlardan nelerin beklendiğine işaret eder.

bizim toplum yapılanmamız içerisinde ve diğer toplumsal yapılanmalarda güzel sanatların kadına daha çok uyduğu düşünülür, örneğin eczacılık kadınlara uygun bir meslektir de dişçilik o kadar değildir. erkeklerin çapkınlığı “kaçamak”, “elinin kiri” olarak ifade edilirken, kadınlarda bu en büyük utanç olarak kabul edilir. yine çocuğunu terk eden anne kültürel rol beklentilerine uygun bir vaziyet almadığı için suçludur. annelik rolünün temel görevini ve değerlerini yerine getirmede başarılı olmadığı için toplum tarafından ayıplanır. diğer taraftan çocuğunu seven, koruyan, besleyen, disipline eden ve bu noktadaki değerleri vazifesini yerine getiren anne ise annelik rolünü sosyal olarak kabul gören bir tarzda oynamaktadır.

işte cinsiyet ile alakalı davranışlar karşısında gösterilen toplumsal reaksiyon ve tasdiklemeler, kadının ve erkeğin yapması gerekli olan davranış modellerinin ve normlarının oluşmasını meydana getirir.