Ayrıksı Şair İsmet Özel'in Kendine Has Diliyle Yaratarak Kullandığı Sıradışı Kelimeler
ismet özel beyefendinin şiirlerinde kullandığı, entelektüel çevrelerde dahi seyrek kullanılan, türkçe ve farsça yoğunluklu, yer yer fransızca ve kürtçe, sıradışı kelimelerin anlamlarının ve az bilinen kavramların açıklamalarının derlendiği amme hizmeti. atladığım, gözümden kaçan diğer kavramlar olabilir.
ağmak
1- yükselmek
2- aşağı inmek, sarkmak.
- duydum yağmurların gövdemden ağdığını
(bkz: içimden şu zalim şüpheyi kaldır)
- demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş
(bkz: münacaat)
ağulanmak
zehirlenmek.
- herkes alışkın dölyatağı borsalarla ağulanmış bir dünyaya
(bkz: içimden şu zalim şüpheyi kaldır)
alesta
harekete hazır, tetikte.
-ki
ölüm
her yerde uyanıktır
alestadır korkunun yardakçıları
(bkz: mazot)
ansıtmak
anımsatmak.
-daha çok insanlara benzeyen ve onlara
hırçın çalgılar ansıtan
yüzüm
(bkz: waterloo'da bir dişi kedi)
arasta
çarşı.
-vay beni leylâk kokusundan çoban çevgenine
arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık
(bkz: münacaat)
ark
içinden su akıtmak için yapılan kanal.
- arklardan gece vakti sular
kaç zaman ayaklarıma
yaslı bir selam gibi dokundu
(bkz: yaşamak umrumdadır)
avanti popolo
kültür sahibi, ileri insanlar.
- güzdür ama
avanti popolo şarkısı değildir bir ağızdan
(bkz: muş'ta bir güz için prelüdler)
batman
7,692 kilogram olan ağırlık ölçü birimi.
- ve çıkarılmış insan gözleri
kırk batman ağırlığında sahici insan gözleri
(bkz: sevgilime bir kefen)
berkitmek
sağlamlaştırmak.
- nerde, hangi yöremizde zihnin
tunç surlardan berkitilmiş ülkesi
(bkz: amentü)
biteviye
tekdüze, monoton.
- ne kireç badanalı evlerde doğmuş olmak
ne ellerin hırsla saban tutuşu
ne fabrikalarda biteviye üretilmekte olan kahır
dev iştihasıyla bende kabaran aşkı
yetmez karşılamaya
(bkz: içimden şu zalim şüpheyi kaldır)
bezzaz
kumaş alıp satan kimse.
- zedelenmiş ıtır kokuları duyulur
ve kana karışan kaynar vakti gecenin
ve polisin ve bezzazların vakti
(bkz: çağdaş bir ürperti)
celadet
gözüpeklik.
- ne ki lokum diyorlar uygun adım attırıyor insanlığa
buluyor insanlık celadet sırasında peksimet
(bkz: john maynard keynes'ten nefretimin yirmi sebebi)
çakşır
erkek şalvarı.
- kan değildir dostlarımın çakşırına bulaşan
kan değil, mürekkep lekesi, ben bilirim
(bkz: sevgilime iftira)
çaşıt
casus, söz taşıyan kimse.
-uyur göğsümün bedenimin çaşıtları
bütün çaşıtları uyutur sabah
(bkz: sabah ayartması)
çavlan
şelale.
- onların çavlanını durdurmak için
suçlar, kocamış kuşlar bulundu
(bkz: çağdaş bir ürperti)
çeri
asker.
-bana ne çerçilerden, çerilerden, kullardan
(bkz: evet isyan)
çıvgın
yaşlı ağaçların budanan yerlerinden çıkan taze sürgün.
-geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından
geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı
(bkz: amentü)
çevgen
bir tür cirit, değnek.
- vay beni leylâk kokusundan çoban çevgenine
arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık
(bkz: münacaat)
dalanmak
1- araştırmak.
2- bir şeye bulaşmış olmak, rahatsız edici bir maddeye maruz kalmak, tenin acı çekmesi.
- benim harcım değil bir yar sevmek gizliden
her yanım bin türlü merakla dalanmakta
(bkz: sevgilime bir kefen)
delişmen
güçlü, hareketli, sağlam yapılı.
- o ferah ve delişmen gözüken birçok alınlarda
betondan tanrılara kulluğun zırhı vardır
(bkz: içimden şu zalim şüpheyi kaldır)
dibek
taştan veya ağaçtan yapılmış büyük havan.
- şakırtılarla sürüklenir bazlama açan kadınlar
dibeklerinde inatlarını döven
(bkz: sevgilime bir kefen)
dinelmek
ayakta durmak, dik durmak.
- ve ben gövdemi denkleştirmek için doğaya
dineldim
dineldim
dineldim
(bkz: çağdaş bir ürperti)
- durup dineliyorum bütün taframla
(bkz: evet isyan)
domurmak
ağacı dallarından ve kabuklarından ayırmak.
- beni artık ne sıkıntı ne rahatlık haylamaz
çünkü ben ayaklanmanın domurmuş haliyim
(bkz: yaşamak umrumdadır)
dölek
ağırbaşlı, uslu.
- şehre neden
esmer ve dölek yüzümle döndüm dağlardan
(bkz: mazot)
dülger
yapıların kaba ağaç işini yapan kimse.
- çünkü bir gün gerçekten kan aktığında
ölüm çiçeklerinin yırtıcı dülgerliği sanılacaktır
(bkz: sevgilime iftira)
ehram
dokuma kumaş parçası.
- kendi ehramını tanımayan kadınlar
ansızın patlak verirdi baharda
(bkz: yaşamak umrumdadır)
esrime
sarhoş olma, kendinden geçme durumu.
- ama ne? ben miyim burada bir esrime mi
nedir bu kuşların uçuşunda gördüğüm
(bkz: gececil kuşların ürkmediği aydınlık)
esvap
elbisenin çoğulu.
- yankımız soyunup sevap rahatlığı alınan yataklarda
yürek elbet acıyor esvap değiştirirken
bizden artık akması beklenilen kan da katı
(bkz: tahrik)
fanya kaplan
vladimir lenin'in öldürmeye çalışan suikastçı.
-ama fanya kaplan
nasıl öldü diye sorarsak sanırım
işimiz fazlasıyla ciddileşir.
(bkz: üç firenk havası)
fayrap
ateşi güçlendirmek, bir işi hızlandırmak.
- vakti vardıysa aşkın, onu beklemeliydi
genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için
(bkz: münacaat)
fışkın
filiz, ağaç sürgünü.
- gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi
haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne
(bkz: münacaat)
fokstrot
bir çeşit dans.
- ne yazıklanma duyuldu benden fokstrot günlerine yetişemediğime
ne de bir an olsun vaktimi mamboya itirazla
(bkz: john maynard keynes'ten nefretimin yirmi sebebi)
fücur
evlenmesi yasak olanlar arasındaki cinsel ilişki, ensest.
- biliyorum kolay anlaşılmayacak
kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın
yanık yağda boğulan yapıların arasında
delirmek hakkını elde bulundurmak
(bkz: amentü)
geniza
ibranice, istenilmeyen fakat kutsal olduğu yok edilemeyen metin ve malzemelerin saklandığı yer.
- bilmem bilemem, yahudi değilim
gizli bir yerde genizam yok
bilemem insan nerenin yerlisidir
(bkz: of not being a jew)
gökçe sancı
gökle ilgili, göğe ait, semavi sancı.
- gökçe sancım zonkluyor bileklerimde
(bkz: sevgilime bir kefen)
gönenmek
mesut olmak, rahat bir hayat sürmek
- gönendi dünya bundan istifade
dünya bayındırladı:
bir yakış, bir yanış tasarımı beride
(bkz: münacaat)
görk
güzellik, gösteriş.
- hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?
(bkz: amentü)
gövermek
yeşermek.
- bu gövermiş güz günleri çıldırtır
çileden ve kitaplardan çıkartır insanı
(bkz: sevgilime bir kefen)
- ham elmalar yemekten göveren dudaklarım
mırıldanmasın şehrin mutantan ve kibirli ağrısını
(bkz: üç frenk havası)
gümeç
bal peteğini oluşturan altı köşeli gözeneklerden her biri.
- bir yanım hiç aymamıştır, gümeçlerde saklıdır
ondan ki nefret içinde omzunu okşuyorum
(bkz: sevgilime iftira)
gümrah
1- gür, sağlam
2- sapmış ve yoldan çıkmış.
- önce kalbim lanete çarpa çarpa gümrah
sonra kalbim gümrah ırmakları tanımaktan kaygulu
(bkz: içimden şu zalim şüpheyi kaldır)
hacana
kadın pazarlayan kadın. yerel kullanımda çöpçatan anlamına da gelir.
- hüznün hacanası diye bildiğim akşam
bir tanım değil midir o kıyısız ellerimiz
(bkz: davun)
hançere
gırtlak, boğaz.
- hançeremde bu şehrin
o geçimsiz mushafı
(bkz: bir devrimcinin armonikası)
harmani
pelerin.
- beni artık kimse bulmasın
beyaz harmanilerin göklere açık sofrasında
(bkz: akdeniz'în ufka doğru mora çalan mavisi)
havsala
zihnin bir şeyi anlama ve kavrama yetisi.
- benimse dar
ve dargın havsalamın
gücü yok bazı şeyleri taşımaya
(bkz: içimden şu zalim şüpheyi kaldır)
hayıt
akdeniz çevresinde yetişen, mavi, beyaz renginde çiçekler açan, 1-2 metre boyunda bir ağaççık, ayıt.
- hiç hayıt ağacı görmemişim
görmeden ölürüm diye korkum da yok
(bkz: akla karşı tezler)
hayz
menstrüasyon, regl.
- yine bir geçitteyim, yeniden bir liman şehri bura.
eskilerin tayfası yine hep buradalar.
hep bilinen tecimenler, tanıdık yosmalar..
havada hayza benzeyen aynı koku.
(bkz: of not being a jew)
heyûla
korkunç hayal.
- sakın styks sularının heyulası sanmayın
er gövdesinde dolaşan bulutun simyası bu
(bkz: içimden şu zalim şüpheyi kaldır)
hırlı
ilk anlamı doğru ve akıllı olan, ikinci anlamı ise kötü ve şımarık olan hırlı kelimesi kendi içinde tezat barındırır.
- hırlıyım, böylece büyüyor baldırlarım ve boynumun öpülen yeri
(bkz: geceleyin bir korku)
hırpanî
perişan, derbeder.
- hırpanî bir okşayışla akşam
yanaşınca çocuklara
(bkz: evet isyan)
hızar
tahta ve kereste biçmeye yarayan büyük bıçkı.
- hızar gürültüsü içinde türkülenir bir öteki
(bkz: aynı adam)
hurdahaş
onarılamayacak biçimde kırılıp parçalanmış.
- hurdahaş bir sancıyla geçiyorum badem çiçekleri altından
(bkz: aynı adam)
ıhtırmak
yere yatırmak, çökertmek.
- ıhtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış
(bkz: amentü)
ılgıt
yavaş.
- kanı ılgıt ılgıt akar, kanı kara
(bkz: yaşatan)
iğdiş
hadım.
- herkesin içinde iğdiş edilmiş bir bahar
bacakları eriyor memurların, evkızlarının
(bkz: kan kalesi)
ilm-i hilâf ü cedel
tartışma yollarını araştıran bilim.
- görüyorsunuz ilm-i hilâf ü cedel düzeniyle hayat
nasıl da sürüklüyor kendini
(bkz: akla karşı tezler)
inzâl
inme, indirilme.
- yüzüm suya davranıyor koşaraktan
ve inzâl
(bkz: sevgilim hayat)
iştiha
açlık, istek.
- ne kireç badanalı evlerde doğmuş olmak
ne ellerin hırsla saban tutuşu
ne fabrikalarda biteviye üretilmekte olan kahır
dev iştihasıyla bende kabaran aşkı
yetmez karşılamaya
(bkz: içimden şu zalim şüpheyi kaldır)
kağşamak
eskimek.
- benim kağşayan umutlarım gövdeleşin
çünkü ben oraya gidiyorum: boğulmaya
(bkz: bir devrimcinin armonikası)
kakışlamak
itmek, itelemek.
- dizlerine yatırılmış olan sabah
senin kalbini kakışlardı
(bkz: sevgilim hayat)
kalebent
suçlu bulunan kişinin bir kaleye gönderilmesi ve oradan çıkamaması şeklinde verilen cezaya muhatap olan kişi.
- hiçbir dostumu kalebent saymam parmaklıkların ardında
(bkz: sevgilime iftira)
karavaş
savaşta tutsak edilen veya satın alınan kadın köle.
- köleler gördüm, karavaşlar
hayaları burulmuş bir adamın ayaklarını yıkamaktalardı
(bkz: propaganda)
kargış
beddua, lanet.
- ne kargış, ne infilak
yalnız
boynunda çaresiz, çıplak
isyan işaretleri taşıyan
bir ergen cesedi
(bkz: partizan)
- esenlemem, kargışlamam, irkitmem gerek niçin
niçin, niçin, niçin
(bkz: jazz)
kariha
düşünme gücü.
- söktüler kariha yarımküresini yerinden
bir pusula koydular açtıkları boşluğa
(bkz: ils sont eux)
kavi
güçlü, sağlam.
- o zaman benim gözlerim işte
kavi bir mavzer olur halka
(bkz: yaşatan)
kayra
lütuf, ihsan.
- varoldum kayrasıyla varedenin
eşref-i mahlukat
nedir bildim
(bkz: münacaat)
kıtal
vuruşma, öldürüşme.
- bu dokunuş parlatınca beni,
benden biraz dünya isteyen ricacıları öldürdüm ve kıtal bitti
(bkz: of not being a jew)
kös
savaşlarda, at ya da araba gibi bir şeyin üzerine konulup çalınan büyük davul.
- vurulsun kösleri şu gâvur sevdamızın
vursun isyanın bacısı olan kanım karanlığa
(bkz: evet isyan)
kösnümek/kösnemek
(at, eşek gibi hayvanlar için) çiftleşme, eşleşme zamanı gelmek, eş istemek.
- yıldızlı gökten bana soracak olursanız
kösnüdüm ona karşı
onu hep altımda istedim.
(bkz: sebeb-i telif)
küheylân
asil arap atı.
- yaşamak debelenir içimde kıvrak ve küheylân
(bkz: yaşamak umrumdadır)
markut
yer yer anka kuşu ile özdeşleştirilen, türk mitolojisinde gök yolculuğuna çıkan kam ve şamanların kılavuzluğunu yapan efsanevi dişi kuş.
- çocukların düşlerinde bir markut
bir kurbağa zıplıyor yaşamamızdan
her gün zıplıyor, her gün eksiliyor, her gün
markuuuut! torbanı sarkıt
(bkz: acının omuzlanışı)
max stirner
asıl ismi johann kaspar schmidt olan, varoluşçu ve post-yapısalcı kuramın öncülerinden olan alman düşünür.
- gülünç bir ölümle öldü deniyor max stirner için
çünkü mahvına sebeb nihayet bir sinektir
(bkz: üç firenk havası)
mekkâre
yük hayvanı
- marşlara ayarlanmak hevesindeki sesim
gider şehre ve şaraba yaltaklanarak
biraz ağlayabilmek için
fotoğraflar çektirir
babam
seferberlikte mekkâredir
(bkz: amentü)
merd-i meydan
yiğit.
- ben merd-i meydan
yani toprağın ve kanın gürzü
(bkz: evet isyan)
merkep
eşek.
- oysa her gün
merkep kiralayıp da kazılan kökleri
forbes firmasına satan
babamdı
(bkz: amentü)
muğlak
belirsiz, muammalı.
- terli, muğlak adamların hevesleriyle
harman edilmiş tenim
(bkz: kalk düğüne gidelim)
muşta
bedensel saldırı silahı.
- bazı geceler çıkarken
uçarı bir gülümsemeyle takındığım muşta
gibi lükslerim burada kalacak
(bkz: mataramda tuzlu su)
muştu
sevindirici haber, müjde.
- tomarla muştuyu omuzlayarak genç adamlar
polisin sevmediği genç adamlar sokaklarda
patronları kudurtan gazteler satarlardı
(bkz: sevgilim hayat)
mutantan
görkemli, şatafatlı.
- ham elmalar yemekten göveren dudaklarım
mırıldanmasın şehrin mutantan ve kibirli ağrısını
(bkz: ölüm cantabile)
müheyya
hazır ve nazır olmak.
- oradaydık hepimiz, müheyyâ bekliyorduk
salaştı mukadderat, bozulmuş bir nişandı
(bkz: bir yusuf masalı)
nalça
ayakkabıların altına çakılan demir, küçük nal.
- var mıdır nalçaları sevincin
gün tene değince kanatları uzar mı
(bkz: ince sızı)
navlun
taşıyıcı tarafından gemisinde taşınacak yük için istenen ücret.
- açıklanacak, belletilecek olan belki
milat öncesi ve sonrası lâkırdıları
karışık banka hesapları, navlun
(bkz: kan kalesi)
neftî
siyaha yakın yeşil tonu.
- zorlu bir kış geçirdim, seninki gibi neftî
(bkz: yıkılma sakın)
nesteren
güzel kokulu bir sarmaşık gülü.
- eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce
alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık
(bkz: münacaat)
nirengi noktası
referans noktası, baz alınan yer.
- haritamda caddeyi ürpertiye açacak
bir kaç kaçıktan başka nirengi noktası yok
(bkz: of not being a jew)
oğunmak
bayılmak, ağlamaktan güçsüz kalmak.
- akşam vakitleriyle oğunup uzun zaman
kanaryalarla kesmişim uzayan tırnaklarımı
(bkz: ölü asker için ilk türkü)
ondurmak
onarmak, iyiye döndürmek.
- yaralarımı onduranımsın
(bkz: kan kalesi)
payanda
destek.
- artık bırakılmaktan yapılma bir adam sayılırım
böğrümde kambur çocuklardan bir payanda
(bkz: kan kalesi)
pazen
pamuklu kumaş çeşidi.
- çünkü biz savaşmasak
annemin giydiği pazen
sofrada böldüğümüz somun
yani ıscacık benekleri çocukluğumun
cılk yaralar halinde yayılırlar toprağa
etlerimiz kokar
gökyüzünü kokutur
(bkz: sevgilim hayat)
pekos bill
amerikan eski çizgi romanlardaki efsanevi kovboy.
- tanrım, pekos bil'im gözet beni
- tanrım, pekos bil'im üşüt beni
- tanrım, pekos bil'im uçur beni
(bkz: geceleyin bir korku)
potur
arka tarafında kırmaları çok, bacakları dar bir tür pantolon.
- boz şayaktan poturun dağlarda ne güzeldi
(bkz: mazot)
pusat
giysi ve giysilik kumaş.
- yukardan bakarım efendilerin pusatlarına
(bkz: evet isyan)
radde
derece.
- bizi bırakmıştın
acı güller salınırdı kanımın raddelerinde
(bkz: akdeniz'in ufka doğru mora çalan mavisi)
revnak-ı bahar
parlak, gözalıcı bahar.
- şehrin insanları yumruklarımda beyaz bulut
yolun çamurunda revnak-ı bahar bulacaklar
(bkz: of not being a jew)
revolver
tabanca, altıpatlar, piştov.
- hınçlar ve revolverler uçuşur
kabuklu yüreklerinden bazı adamların
(bkz: çağdaş bir ürperti)
sası
tatsız tuzsuz, kokuşmuş.
- benim bu sası karanlığa zorla, zorlayarak
tutuşmuş bir gül sıkıştırmak boynumun borcu
(bkz: sevgilime iftira)
satrap
pers krallığında eyalet yöneticilerine verilen isim, vali.
- çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım
hava bozar, yüzüm eğik giderdim yine
(bkz: münacaat)
semender
1- dört bacaklı, uzun gövdeli, kertenkeleye benzeyen, birkaç türü bulunan bir hayvan.
2- ateşte yanmadığına hatta ateşi söndürdüğüne inanılan efsanevi hayvan.
- değil mi ki albatrosu baudelaire'den
yves bonnefoy'dan semenderi öğrendim
(bkz: akla karşı tezler)
sertelmek
direnci artmak.
- ve o sertelmektedir yaralardan
kasıklarına boşalmaktadır nal sesleri
(bkz: evet isyan)
setre
düz yakalı, önü ilikli ceket.
- ve anamın kanserine alıştım
ve de bir simsar gibi asfalta ve otobüslere
bir vitrin gibi
bir bıçak, bir
setre
(bkz: bir devrimcinin armonikası)
sulb
sırtın üst kısmından kuyruk sokumuna doğru olan kısım, omurga kemiği. soy, sülale anlamı da mevcuttur.
- değil mi ki beni şımartan gökyüzüdür
ve ben o tanyerlerinin sulbünden gelmekteyim
(bkz: sevgilime iftira)
sütre
fiziki engel.
- atmak yok
uzaktan sahra topu
veya havan topu sütre gerisinden
ellerimle yakalayacağım hepsini
(bkz: john maynard keynes'ten nefretimin yirmi sebebi)
şarlamak
bağırıp çağırmak.
- gök
şarlayarak devrilse ardımdan
(bkz: partizan)
şavk
ışık.
- ve partizanca darbelerin dünyaya ilen şavkı
benim göğsüme göğsüme vurup durur
(bkz: aynı adam)
şayak
kaba dokunmuş, yün kumaş.
- şayaktan bir sabah örtüsü takılıyor aklıma
(bkz: muş'ta bir güz için prelüdler)
- boz şayaktan poturun dağlarda ne güzeldi
(bkz: mazot)
şehbender
konsolos.
- 1300 tarihli şehbenderlere dair talimata
ve anamın kanserine alıştım
(bkz: bir devrimcinin armonikası)
şirpençe
karbonkül denilen hastalık, kan çıbanı, kızılyara.
- etimde şirpençe çıkar bu kızı alamazsam
(bkz: jazz)
taflan
hint kirazı.
- hepimiz, yani taflan çiğnemekle güzelleşen çocuklar
(bkz: akdeniz'in ufka doğru mora çalan mavisi)
tarazlanmak
derinin pütürlenmesi.
- benim gövdem yıllar boyu sevmekle tarazlandı
(bkz: karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak)
tavsamak
bir durum karşısında hızını kaybetmek, yavaşlamak.
- zaten bir tanım değil midir
tavsayan düşüp kalkmalara
(bkz: davun)
tebelleş
istendiği halde gitmeyen, musallat olan.
- bir bazı şeyler bulmalı yüzümüze tebelleş olan bu korkuya
(bkz: kan kalesi)
tecimevi
ticarethane.
- yırtarak açtığımız zarflarda
büyük tecimevlerinde, büyük çarşılarda
(bkz: partizan)
telefat
ziyan, heba olmuş.
- hayır seni asla bunların hepsi
telefat dünya gözüyle
bir kez bile görmek istemiyorum acıdım ömrümce
beler vermezdim seni görmek için gibisinden cümle kuranların haline
uğruna dağları delmem ummana dalmam atmam ateşe naçiz bedenimi
(bkz: john maynard keynes'ten nefretimin yirmi sebebi)
teneşir
üzerinde ölü yıkanan ayaklı tahta, salacak.
- bir gün bakarsınız
şu güzelim bilgiç beynimi kırıp
teneşir tahtası olarak kullanabilirim
(bkz: akla karşı tezler)
tüze
hukuk, adalet.
- sonra ordan fırtınalı bir tüzeyle halka bakınca
yeniden yaralandım dünya ırmaklarından
(bkz: yaşatan)
üstüpü
en hassas dokulara temas edebilen, temizlik işi için kullanılan ince ip.
- günler ellerimi sildiğim birer üstüpüdür buralarda
(bkz: muş'ta bir güz için prelüdler)
valentina tereşkova
uzaya çıkan ilk kadın.
- valentina tereşkova
ve çekik gözlü kadın komandolar
çünkü üç gün beslendiler senin gözyaşlarında
(bkz: kalk düğüne gidelim)
vüsat
genişlik.
- vüsatini kazanır kazanmaz bir alandan
bir oylumdan kazanır kazanmaz künhünü
döndü gerisin geri
(bkz: john maynard keynes'ten nefretimin yirmi sebebi)
yalgın
serap.
- gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim
gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın
(bkz: münacaat)
yengi
birçok emek ve tehlikeli uğraşı sonucu elde edilen zafer.
- benliğim kurtlaşmış bir çocuğu
sıkıştıradursun beynimde
yengiyi yabanca söken
(bkz: çağdaş bir ürperti)
yılgı
bir takım nesneler karşısında duyulan müthiş korku.
- indir koynumun yılgısını mor bulutların ordan
(bkz: davun)
- yılgı yanımıza yanaşamazken
bizi kıvıl kıvıl bekliyorken hayat
yıkılmak elinde mi?
(bkz: yıkılma sakın)
yırtlaz
küstah, edepsiz.
- dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar!
falları grafiklerde bakılanlar siz de işitin!
külden martı doğuran odalıklar
ve kâhyalar
kara pıhtıyla damgalanmış veznelerde dili
şehvetsiz çilingirler, yaltak çerçiler
celepler ki sıvışık, natırlar ki nadan
ey hayat rengini sazendelik sanan
yırtlaz kalabalık!
dinleyin bendeki kırgın ikindiyi
hepiniz kulak verin!
(bkz: naat)
yu(n)mak
1- yıkanmak.
2- olmamış saymak, geçmişi anmamak.
-yunmadık saçlarını okşuyoruz, yavrum
(bkz: partizan)
-bu şaşkınlığı çünkü gece yuyamaz
sanki ne kalmıştır çocuklara isa'dan
(bkz: yorgun)
ve erbain
hicrî takvime göre 22 aralık ve 31 ocak tarihleri arasındaki, zemheri ayı diye de bilinen, kışın en çetin zamanlarından biri olan "kırk gün" gün anlamına gelmektedir.