Coppola'nın Yeni Filmi Megalopolis, Neden Bayağı Bayağı Kötü Bir Seyirlik?

Francis Ford Coppola, sinemaya dönmek için şarap bağlarını galiba boşuna sattı... Zira ortaya çıkan büyük projesi maalesef hayal kırıklığından başka bir şey değil.
Coppola'nın Yeni Filmi Megalopolis, Neden Bayağı Bayağı Kötü Bir Seyirlik?

büyük bir sinemacının hazin ve iç karartan sonu

italyan asıllı abd'li yönetmen francis ford coppola'nın son eseri megalopolis, adı gibi büyük bir sinema eseri olmanın fersah fersah uzağında. ismi büyük, sanatı küçük bir sinemadır karşımızda duran. son büyük filmi kimilerine göre (bana göre de) 1992 tarihli dracula olan, daha farklı eleştirmenlere göre de, 1979 tarihli apocalypse now'dan bu yana büyük bir sinema yapamayan bir yönetmen coppola. ortak konsensus, coppola çeyrek asırdan fazla bir süredir, bu sanatta anlamlı bir katma değer yaratamıyor. görünen köy kılavuz istemez. coppola henüz sinemayı bırakmamış olabilir ancak sinema, kendisini bırakalı çok uzun zaman olmuş.

uzun bir süredir sineması zombi modunda kalan yönetmen, yaklaşık 40 yıldır aklında olan ve 21. yy dan sonra yapabilmek için yoğun çaba sarf ettiği eserini bizlerle buluşturduğunda, elbette sanat camiasında bu proje için heyecanlanan belli bir kitle de vardı. nihayetinde coppola tüm zamanların en büyük yönetmenlerindendi ve kendisi bir projesine bu kadar yoğun bir tutkuyla bağlıysa, bunun mutlaka altında yatan neden veya nedenler olmalıydı.

filmi izledikten sonra, tam olarak beklediğim bir yapımı deneyimlediğim, megalopolis'in hiç de sürpriz içermeyen bir film olduğunu söylemem gerekir. çünkü çok uzun yıllardır iyi film çekemeyen, eli buz tutmuş bir sinemacıdan söz ediyoruz. böyle durumlarda romantik düşünmenin bir anlamı olmayacaktır. megalopolis bırakın zamanın ruhuna uygun olmayı, tamamen eski kafalı olarak çekilmiş bir film. filmin fragmanlarında görülen vizyoner ibaresi, bu film özelinde coppola için kullanılacak son sıfat olabilir. coppola sineması ne yazık ki zamana yenik düşmüş ve hem anlatı olarak hem de hikayenin kendisi olarak, çok çok gerilerde kalmış. yönetmenin sinemasında uzun yıllardır devam eden zombi modu, sonunda kilisede ilahiler eşliğinde taşınan bir tabuta konulan, aciz bir vücuda dönüşmüş ve toprağın altına gömülmüş. kısaca coppola için, sözün geri dönülemeyecek şekilde tükendiği bir noktadayız.


birçok usta oyuncunun filmde yer aldığı ve filmi kurtarmak için çabalamış olabilecekleri düşünülebilir, sakın böyle yanlış bir düşünceye kapılmayın

elbette kariyeri övgüleri hak eden, bir çok oyuncu filmde yer alıyor ancak siz onları, bir delinin peşinden giden ve onun kandırdığı başka deliler gibi düşünmelisiniz. çünkü bu film toplu bir delirme seansı gibi. sebep-sonuç ilişkilerinin ortadan kaldırıldığı, ne kahramanın ne de kötü adamın movitasyonuna asla ikna olamadığınız, gördüğünüz en tuhaf kabus ya da oraya nasıl geldiğinizi hatırlamadığınız bir mahkeme gibi. bir şekilde suçlu koltuğundasınız ve yargılanıyorsunuz ancak sebebi konusunda hiçbir fikriniz yok. sizi yargılayanlar da, ne idiği belirsiz tipler ve hangi amaca hizmet ettikleri hususu büyük bir soru işareti. işte filmi izlerken aklımdan geçenler bunlardı.

usta işi mühendislik ve ses miksajı, üst düzey kaliteli görsellerle süslü efektler, roma'nın kalbi colosseum'un ve new york'un (big apple) dönüşümü, klasik sinemanın en ünlülerinden ben-hur'a imrenen kesitler ve iddialı kostümler. bunların hiçbiri izleyiciyi gram cezbedemiyor çünkü anlatılan hikaye herhangi bir değer taşımıyor ve öykünün içine sizi dahil etmemek için direniyor. böyle olunca da bu filmi sevmek için, amansız bir mücadeleye girişmeniz gerekiyor. sene olmuş 2024, herhangi bir yönetmene böylesi karşılıksız sevgi beslemek de, bence bu devrin işi değil.

muhtemelen hepimizin başına gelmiştir; hastane odasında ziyaret edilen bir yakınınız, kolları morluk içinde, sıvıyla beslenebiliyor, zar zor konuşuyor ve durum pek iç açıcı görünmüyor. ziyaret esnasından siz de kendisiyle şöyle konuşuyorsunuz; "maaşallah çok iyi gördüm seni. epey toparlamışsın. yakında çıkarsın." işte bu sohbette edilen laflara, ne yazık ki coppola şu an inanır durumda. kendi filmine 5 yıldız verecek kadar, ölümcül hale gelmiş, hastalıklı bir egodan bahsediyoruz. e o da haklı tabii, cannes'da dakikalarca ayakta alkışlanınca, bunun kendisine verdiği keyif, eminim paha biçilemezdir. bu keyfin, ameliyat ağrılarından uyuyamadığı için, hastanede istediği kuvvetli uyuşturuculu ilaç karışımı kolundan damar yoluna verilince zevkten kendinden geçen ve mışıl mışıl uykuya dalan hastanın keyfine benzediğini, anlamak hiç de zor değil.

coppola'nın kendisi gibi oscar ödüllü kızı sofia coppola'nın iki kızı var adları; romy mars ve cosima mars. ayrıca yönetmenin oğlu gian-carlo'nun da kızı var. adı; gia coppola. ben francis'in bu üç torunundan biri olsam, kendisine dava açar ve hakkında suç duyurusunda bulunurdum. 120 milyon usd üzerinde bir parayı, bu filme harcadığı, şarap bağlarını satıp, ipotek ettirdiği ve bankalardan kredi çektiği için. hakime, dedemin akıl sağlığını tamamen yitirdiğini ve gelecek teminatımı oluşturacak milyonlarca doları, ona buna peşkeş çektiğini söylerdim. peki bahse konu bu paralar kimlere gitmişti? tabii ki bu yayında/yapımda/dağıtımda emeği geçen, belki de sayısı bini bulan tüm yapım ekibi ve projeye profesyonel destek sağlayanlara. yani coppola'yla beraber, bu absürtlüğe imza atanlara. filmin şimdiden gişede de batması garanti olduğu için, inanın bu dava çok su kaldırırdı. üç torun sırasıyla; romy mars, cosima mars, gia coppola.


tüm bunları yazdığım için, filme acımasızca yüklendiğimi ve kantarın topuzunu kaçırdığımı düşünebilirsiniz

belki bunu düşünmekte kısmi olarak haklısınız. çünkü ne kadar sevmesem de, bu film garip bir şekilde çöp de değil. yani büyük batsa da, nihayetinde bana en azından aşırı derecede rahatsız edici ve kakafonik bir k.ç ağrısı gibi gelmedi. inanılır gibi değil ama film bir şekilde akıyor ve ne kadar saçma olursa olsun kendini izletiyor. hatta ilk yarım saat, 45 dakika için konuşursam, film boyunca koşturup duran deliler, "bize katıl!" diyerek az kalsın beni de kandıracaklardı. dolayısıyla ben filmin altın ahududu adaylığı (razzie awards) almasını da istemiyorum. akademinin filmi oscar adaylıklarında görmezden gelmesini pek tabii ki anlarım ancak altın ahududu ödülü, bu film için biraz fazla şiddetli bir tokat olur.

işte daha gösterime girmeden büyük tantana koparan, setteki taciz iddiaları, fragmanda yer alan akıl almaz tanımlamalar ve yapım şirketlerini ikna edemeyince, filmi çekebilmek için cebinden paralar saçan, büyük bir sinemacının filmi, aşağı yukarı böyleydi. şüphesiz ki coppola markası, bir şekilde filmi merak etmenize ve bu merağın muhtemelen başınıza iş açmasına yol açacak. ancak ben yine de filmi, bu deliliğe tanık olmanız açısından deneyimlemeniz gerektiğini düşünüyorum. ne kadar kötü ve anlamsız olsa da, ortada bir sinemasal kara delik var ve bu, korkutucu olsa da filme kayıtsız kalamamanıza yol açıyor ve kendini öyle veya böyle izletiyor. tüm sinema severlere iyi bir film izlemek adına değil, çok büyük bir yıldızın devasa gürültü koparan çöküşünü, tecrübe etmeniz gerektiğini düşündüğüm için önerdiğim bir film megalopolis !

letterbox puanı: 1.5/5 link