Türk Bağımsız Sinemasının Son 30 Yıldaki Yolculuğunun Tertemiz Özeti

Türkiye'de bağımsız sinema son 30 yılda hangi yollardan geçti? Hangi yönetmenler çıktı? Hangi zorluklar yaşandı?
Türk Bağımsız Sinemasının Son 30 Yıldaki Yolculuğunun Tertemiz Özeti

son otuz yılın en belirleyici temalarından biri, türk sinemasında bağımsız film yapımının kriz yılları ve çıkış hikayeleri oldu. herkes yeşilçam nostaljisiyle övünürken, perde arkasında yeni bir sinema kuşağı; sınırlı kaynaklarla, zorlu ekonomik koşullarda, kimi zaman politik baskılarla kendi hikayesini yazdı. zeki demirkubuz'dan dervis zaim'e, nuri bilge ceylan'dan reha erdem'e kadar adını festivallerde duyuran ama çoğu zaman salon bulamayan birçok yönetmenin yolu aslında aynı çetinlikle doluydu. türkiye'de bağımsız film yapmak çoğu zaman bir kriz yönetimi ve yaratıcılık testi anlamına geldi.

1990'ların ortasında yeşilçam düzeni çöktü ve türk sineması adeta küllerinden doğdu

zeki demirkubuz, derviş zaim, yesim ustaoğlu, nuri bilge ceylan ve reha erdem gibi genç bağımsız yönetmenler kendi imkanlarıyla film üretmeye başladı. büyük stüdyoların kalmadığı bir ortamda küçük bütçeler ve yaratıcı yöntemlerle yeni bir auteur sinema dalgası ortaya çıktı. bu yönetmenler popüler yeşilçam melodramlarının klişelerinden uzaklaşarak, bireyin iç dünyasına ve toplumsal sorunların gölgesindeki karanlık meselelere odaklandı. dervis zaim'in tabutta rövaşata (1996) filmindeki aykırı sokak hikayesi veya demirkubuz'un masumiyet (1997) ile getirdiği karanlık gerçekçilik, ana akım izleyiciye alışılmışın dışında gelse de özgünlükleriyle dikkat çekiyordu. bu filmler uluslararası festivallerde hızla ilgi gördü ve ödüller kazandı. türkiye'de ise ancak sınırlı bir izleyici kitlesine ulaşabildiler. yine de bağımsız sinemacılar giderek daha fazla saygınlık kazandı ve sinema ortamında bir hareketlilik yarattı. dokuzlu yılların sonunda sadece birkaç salonda gösterilen bu filmler, yurtdışında yeni türk sineması etiketiyle anılır oldu.

bu dönemin en çarpıcı tarafı, yönetmenlerin gösterdiği inanılmaz fedakarlıktı. devletten ya da büyük yapımcılardan destek bulamayan pek çok isim, filmlerini gerçekleştirmek için ciddi riskler aldı. zeki demirkubuz, bekleme odası (2003) filminin bütçesini karşılamak için evini ipotek ettirdi, dostlarından oluşan küçük bir ekiple filmi çekti ve başrolü bile kendisi üstlendi. mikro bütçeli bağımsız yapımlar yönetmenlere ticari kaygılardan uzak bir özgürlük alanı sundu. demirkubuz da çeşitli röportajlarında küçük bütçenin ona gerekli sanatsal özgürlüğü sağladığını vurgulamıştı. benzer şekilde, kamu fonlarından ya da büyük sponsorlardan mahrum kalan birçok genç yönetmen yaratıcı üretim stratejileri geliştirdi. kimi avrupa'dan ortak yapımcı buldu, kimi ise elde kamera minimalist filmler çekerek az ama öz işler çıkardı. türkiye'nin 1990'da eurimages'a katılması da bu sürece katkı sağladı. yabancı dil bilen ve festivalleri takip eden yönetmenler zamanla avrupa'dan yapım desteği almayı öğrendi. uluslararası sanat çevreleriyle kurulan bu köprüler, bağımsız sinemamızın ölçeğini ulusal sınırların dışına taşıdı.

Bekleme Odası (2003)

iki binli yıllarda bağımsız sinemanın yükselişi uluslararası başarılarla tescillendi

2003'te nuri bilge ceylan'ın uzak filmi cannes'da büyük ödül kazandı ve tüm gözler bu yeni dalgaya çevrildi. ceylan sonraki yıllarda altın palmiye dahil pek çok ödül alırken, semih kaplanoglu'nun bal filmi 2010'da berlin'de altın ayı kazandı. reha erdem'in bes vakit ve kosmos gibi filmleri festivallerde övgü aldı. bu övgüler türkiye'deki sinemaseverleri de gururlandırdı. ancak bu dönemde festival filmi tabiri yerleşti. yavaş tempolu, uzun planlı ve sanatsal filmler geniş kitlelere ulaşmakta zorlanıyor, ana akım izleyici hiçbir şey olmuyor diye eleştirirken, aynı filmler yurtdışında ödül üstüne ödül alıyordu. bu çelişki bağımsız sinemanın temel sorunlarından birine işaret ediyordu: dağıtım ve seyirciye ulaşma problemi. onur ünlü bu durumu şöyle özetlemişti: bir filmi yaptıktan sonra elbette izlensin istersin. parayı pulu geç, zaten para kazanamazsın. reha erdem beş bin kişi tarafından mı izleniyor, beş bin nedir, ayıp değil mi, olmuyor, seyirciye ulaşamıyoruz. gerçekten de iki binlerde ulusal festivallerde ödül alan birçok bağımsız film, dağıtımcı bulamadığı için vizyona giremedi veya çok az salonda kısa süre gösterildi ve kayboldu. bu durum yönetmenleri yeni arayışlara itti. bazı bağımsızlar filmlerini dijital platformlarda yayınlamayı denedi, bazıları ise kendi alternatif gösterim ağlarını kurdu. onur ünlü, sen aydınlatırsın geceyi (2013) filmini tek kopya ile şehir şehir dolaştırıp üniversite salonlarında ve tiyatro sahnelerinde gösterdi. bir filmi gösterememenin ne demek olduğunu iliklerimize kadar yaşadık. bu hengamede filmlerimizi insanlara ulaştırma derdiyle uğraşıyoruz diyerek yılların birikmiş sıkıntısını özetliyordu. bu çabalar sayesinde bazı filmler anadolu'nun uzak köşelerinde bile izleyiciyle buluştu. ünlü'nün ekibi tunceli'ye kadar gidip filmi orada gösterecek kadar kararlıydı.

Sen Aydınlatırsın Geceyi (2013)

iki binli yılların ortalarından itibaren bağımsız filmlere yönelik eleştiriler de artmaya başladı

kimi çevreler, özgün başlangıçların ardından bazı yönetmenlerin formüle kaçtığını ileri sürdü. nuri bilge ceylan'ın dünya çapındaki başarısı, yeni kuşaktan birçok ismi ister istemez etkiledi. peş peşe benzer görsel üslup ve temalarda filmler çekilince festival jürilerinin seveceği türde film yapma kaygısı tartışılmaya başlandı. akademik değerlendirmelere göre, doksanlardaki bireysel ve özgün yaklaşımlar iki bin üç sonrasında yerini taklitçiliğe bıraktı, genç yönetmenler ceylan'ın stilini kopyalayan filmler çekmeye başladı. bağımsız sinemamız kendi klişelerini de üretmeye başladı. elbette bu her yönetmen için geçerli değil. yine de iki bin onlara gelirken festivallerin beklentilerine oynayan, birbirine benzeyen sanat filmleri furyası oluştuğu sektör içinde de tartışıldı. öz eleştiri yapmak gerekirse, özgür ruhlu bir sinema akımı dahi zamanla kalıplaşma riski taşıyor. neyse ki bu durumu gören birçok yaratıcı yönetmen kendi tarzını yenilemeye ve farklı konular denemeye başladı. örneğin onur ünlü her filminde tür ve biçim değiştirmeye çalıştığını belirterek bir filmin diğerine benzemesi fikri beni her zaman ürkütür demişti. genç kuşak bağımsızlar arasında da klişelere takılmadan yeni anlatım yolları arayanlar artıyor.

Ahlat Ağacı

gezi sonrası dönemde, yani iki bin on üç ve sonrasında, bağımsız sinemada belirgin bir politik dönüşüm yaşandı

gezi parkı protestoları ve ardından ülkenin içine girdiği siyasi iklim sinemacılara da yansıdı. önceden daha çok bireysel ya da soyut temalara odaklanan yönetmenler, gezi sonrasında toplumsal ve siyasi konulara daha cesurca yöneldi. emin alper'in distopik gerilim filmi abluka (2015) bu dönüşümün simgelerinden biri oldu. doksanlardaki çatışma günlerinden esinlenen film, metaforik bir mahalle kuşatması üzerinden günümüz türkiye'sinin karanlık atmosferine ayna tutuyordu. alper, vizyon öncesi bir röportajında memleketin hali, gezi sonrası korkunç bir hale doğru giderken filmde yarattığımız atmosfere çok benzeyen günler yaşadık. filmin böyle travmatik bir sürece denk gelmesi çok acı bir tesadüf diyerek gerçek dünyadaki gidişatın filmini nasıl yakaladığını anlatıyordu. gerçekten de abluka, iki bin on beş yazındaki huzursuz ortamı neredeyse önceden görmüş gibiydi. ercan kesal da yönetmenliğe adım attığı nasipse adayız (2020) filminde yerel siyaset kulislerini mizahi bir dille işlerken, günümüz politik kültürüne eleştirel bir ayna tuttu. bu filmler politik mesajlarını doğrudan vermek yerine alegoriler ve kara mizah yoluyla iletmeyi tercih etti. belki de sansür baskısına karşı bir stratejiydi bu. gezi sonrası dönemde sansür ve otosansür sinemacıların yakasını bırakmadı. 2014 antalya altın portakal film festivali'nde bir belgeselin yarışmadan çıkarılmasıyla başlayan sansür krizi, diğer festivallere de sıçradı. birçok muhalif belgeselin gösterimi engellendi, film festivalleri yönetmelikleri değiştirilerek sakıncalı yapımlar diskalifiye edildi. kültür bakanlığı'nın sinema destek fonları etrafında da kara liste söylentileri çıktı. muhalif görüşleriyle bilinen bazı yönetmenlerin projelerine destek verilmediği, fon jürilerinin politik gerekçelerle hareket ettiği sıkça dile getirildi. yıllarca filmlerine bakanlık desteği alamayan ödüllü sinemacılar oldu ve bu durumun tesadüf olmadığı açıktı. sinema dünyası da bu baskılara sessiz kalmadı. iki bin on altıda antalya film festivali ulusal yarışmayı kaldırmaya kalkınca, bağımsız sinemacılar kolektif bir tepki göstererek istanbul'da alternatif bir ulusal yarışma düzenledi. boykotlar sayesinde antalya'da geleneksel yarışma geri döndü. bu örnek, bağımsız sinema çevresinin birlikte hareket ederek haklarını arayabildiğini gösteriyor. politik açıdan baskıcı bir dönemde dayanışma ağları da güçlenmeye başladı.

Kurak Günler (2022)

türkiye'de bağımsız sinemacılar geçmişten beri dayanışmayla ayakta kalmaya çalışıyor

iki bin on yılında, yirmi yedi yönetmen ve yapımcı bir araya gelerek yeni sinema hareketi adıyla bir inisiyatif kurdu. yamaç okur, özcan alper, hüseyin karabey ve inan temelkuran gibi isimlerin başını çektiği bu hareket, türkiye sinemasının temel sorunlarına birlikte çözüm aramak için buluştu. manifestolarında film dağıtım tekellerinden rtük sansürüne, kültür bakanlığı destek sisteminin sorunlarından ülkede sinematek eksikliğine kadar pek çok yapısal sorunu sıraladılar ve ortak akıl geliştirmeyi hedeflediler. amaçlarının sinemanın daha eşitlikçi, şeffaf ve demokratik bir ortamda yapılması olduğunu, farklı seslerin kendini özgürce ifade edebileceği bir üretim ortamı yaratmak için mücadele edeceklerini duyurdular. sonraki yıllarda bu dayanışma ruhu, alternatif dağıtım modellerine de yansıdı. iki bin on üçte m3 film şirketi ve bir vakfın işbirliğiyle başlatılan başka sinema girişimi, bağımsız filmler için sürekli bir gösterim mecrası oluşturdu. başka sinema, vizyon şansı bulamayan birçok yerli ve yabancı festival filmini istanbul ve ankara gibi şehirlerde belirli salonların programına dahil etti. bize her gün festival sloganıyla yola çıkan bu model sayesinde, cannes'da ödül almış bir filmi aylarca beklemeden ertesi hafta istanbul'da izlemek mümkün hale geldi. başka sinema, beyoğlu beyoğlu, kadıköy rexx ve ankara büyülü fener gibi salonlarda sürekli bir seçki sunarak arthouse filmlerin seyirciyle buluşma süresini uzattı. tabii bu model de büyük zorluklarla yürüdü. iki bin yirmide kadıköy'ün tarihi rexx sinemasının kapanması gibi darbeler bu ağı sekteye uğrattı. yine de başka sinema, zamanla küçük ama sadık bir izleyici kitlesi yaratarak alternatif bir gösterim ağının mümkün olduğunu gösterdi. son yıllarda bazı bağımsız film kolektifleri de kendi gösterimlerini kendileri organize ediyor. bazen kahve salonlarında, sanat atölyelerinde ya da çevrimiçi platformlarda bağımsız film etkinlikleri düzenleniyor. yakın dönemde ortaya çıkan film dayanışması platformu gibi kolektifler, kısa film ve belgeselcileri bir araya getirip ortak gösterimler yapıyor. bütün bu çabalar, büyük yapım ve dağıtım tekellerine karşı kendi mecrasını yaratmaya çalışan bağımsız sinema hareketinin yeni örnekleri.

iki bin yirmiler ve sonrası ise, ülkenin yaşadığı ekonomik kriz nedeniyle sanatı da derinden etkiledi

bağımsız sinema yapımı belki de en zor dönemlerinden birini yaşıyor. türk lirası'nın değer kaybı film üretim maliyetlerini katladı ve zaten kısıtlı olan fon kaynaklarını iyice kuruttu. kültür ve turizm bakanlığı her yıl onlarca projeye destek verildiğini açıklasa da ayrılan miktarlar enflasyon karşısında eridiği için birçok proje hayata geçemiyor. büyük bütçeli ana akım filmler bile sponsor bulmakta zorlanırken, mikro bütçeli sanat filmleri için para bulmak neredeyse imkansız hale geldi. bazı bağımsız yönetmenler reklam ve dizi sektöründe çalışıp kazandıklarını filme yatırıyor. kimileri ise yıllarca proje geliştirip yurtdışından ortak arıyor. emin alper gibi yönetmenler filmlerini fransa ve almanya ile ortak yapım olarak gerçekleştiriyor ve türkiye'de bulamadıkları fonu yabancı destekle kapatıyor. iki bin yirmide patlayan pandemi ise sinema salonlarına ağır bir darbe vurdu. aylarca salonlar kapalı kaldı, seyirciler evde kaldı. zaten az izleyici çeken bağımsız filmler iyice görünmez oldu. istanbul'un sembolik salonlarından kadıköy rexx pandemi döneminde kapanıp bir daha açılmadı. beyoğlu'nda emek sineması çoktan avm'ye dönüşmüştü, atlas sineması ise müzeye çevrildi. sinema zincirleri de gişe garantisi olmayan filmlere yer vermek istemediği için bağımsız yapımların vizyona girme şansı sıfıra yaklaştı. bu boşlukta dijital platformlar kısmen çözüm oldu. netflix, mubi, blutv gibi platformlar bazı türk filmlerini kataloğa aldı. hatta netflix birkaç yerli film prodüksiyonuna bütçe ayırdı. mubi ise özellikle festivallerde öne çıkan filmlerin türkiye'deki ilk gösterimlerini üstlenerek, örneğin azra deniz okyay'ın hayaletler filmiyle bağımsızlara yeni bir dağıtım kanalı sundu. dijital platformlar sayesinde artık bir film sinema salonu olmadan da binlerce izleyiciye ulaşabiliyor. fakat bu, sinema salonu kültürünün gerilemesi pahasına oluyor. büyük ekranda film izleme deneyimi, özellikle bağımsız filmler için yerini televizyon veya bilgisayar ekranına bırakıyor. bu değişim yönetmenlerde hem endişe hem umut yaratıyor. bir yanda sinemanın ölümü tartışmaları sürerken, diğer yanda internet sayesinde sansür baskısını aşarak film gösterme imkanı doğuyor. nitekim bazı kısa filmciler ve belgeselciler filmlerini festivalleri beklemeden youtube gibi platformlarda yayınlamaya başladı bile.

bunca zorluğa rağmen türk bağımsız sineması krizlerden beslenerek yolunu bulma konusunda oldukça deneyimli

her dar boğaz yeni yaratıcı çıkışlara zemin hazırlıyor. seksenlerin baskıcı ortamından yılmaz güney gibi bir efsane çıkmıştı. doksanların ekonomik çöküşünden demirkubuzlar ve ceylanlar filizlendi. iki binlerin global rekabetinde yepyeni bir estetik arayış doğdu. iki bin onların politik baskısından ise genç sinemacılar birlikte hareket etme bilinciyle çıktı. bugün iki bin yirmilerin ekonomik dar boğazında yeni nesil bambaşka üretim modelleriyle karşımıza çıkıyor. kimileri dayanışma kooperatifleri kurup ortak fon havuzları oluşturmaya çalışıyor. bazıları cep telefonuyla uzun metraj çekebilecek teknolojiyi zorluyor. artık bir gencin elinde kamera olmadan dijital bir platformda milyonlara ulaşması hayal değil. sonuç olarak türk bağımsız sineması hiçbir zaman pes etmedi. her krizden kendi kahramanlık hikayesini çıkararak bugünlere geldi. bu hikayede bolca gözyaşı, emek ve inat var. ama aynı zamanda bitmeyen bir yaratıcılık ve umut da var. kim bilir, belki de en iyi filmimiz henüz çekilmedi. tüm zorluklara rağmen düş kurmaya devam eden bağımsız ruhlu sinemacılar sayesinde yarının türk sineması çok daha özgür ve yenilikçi olacak. bu da bizim sinemamızın bitmeyen bağımsızlık mücadelesinin en anlamlı meyvesi olacak.