Türkiye Tarihinin İlk Muhalefet Partisi: Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası
yukarıdaki fotoğraftan görüleceği üzere kadro efsane: gazi ve ismet paşa hariç tüm milli mücadele liderleri partide. başkan karabekir. ikinci başkan rauf orbay. isimler meşhur, halkın tepkisi müspet. ama sonuç hüsran. gazi'nin silah arkadaşlarının kurduğu bu parti, yedi ay sonunda lağvedildi. türk siyasi tarihinin vakitsiz doğan çocuğu fazla yaşamadı.
akabinde kurtuluş savaşı gazisi karabekir, istiklal mahkemelerinde idam cezasına çarptırıldı. hamidiye kahramanı orbay, on yıllık kürek cezası aldı. gazi paşa'nın milli kurtuluş kabinesine katılmasını zaruri gördüğü ismail canbulat idam edildi. parti liderleri yargılandı, parti kapatıldı. peki ama neden? milli mücadele dönemindeki rolleri tartışmasız olan bu isimlerin izmir suikastiyle bir ilgisi var mıydı? terakkiperver cumhuriyet fırkası(tcf) sahiden gerici, islamcı ve antidemokratik bir anlayışın temsilcisi miydi?
1908'de ii. meşrutiyet'in ilanıyla yeşeren özgürlük umutları, 1913'te ittihatçılar tarafından tek parti despotizmine evrilmişti. tek partinin ülkeye verdiği zararın sonuçlarını bizzat yaşayan paşalar, bunun tekrar yaşanmaması adına tcf'yi kurma kararı aldı.[1]
partinin kurulması kararının alındığı toplantıda şu hususlarda anlaşmaya varılmıştı: ''inkılapların hepsine taraftar olmakla beraber, bunların herhangi bir şahsa imtiyaz vermek için değil, bütün memlekete mal edilmek emriyle yapılmış olduğu hakkında müttefiğiz. devlet şeklimiz olan cumhuriyetin bir şahıs veya zümrenin idaresine alet olmasına mani olmağa elimizden geldiği kadar çalışacağız.''[2]
atatürk'ün partisi cumhuriyet halk fırkası(chp) ile tcf arasındaki en büyük fark şuydu: chp kadrosu ''devletçi-devrimci'', tcf kadrosu ise ''liberal-evrimci'' idi. bu görüş farkı, paşaları yeni bir parti kurmaya itti. tcf'liler, atatürk'ün yapmak istediği inkılapları kendileri de istiyordu. fakat bir hamlede değil; yavaş yavaş, sindirerek yapılmasını daha doğru buluyorlardı. devrimlerin halk tabanında ters tepeceğini düşünüyorlardı. nitekim öyle de oldu.[3]
tcf kurucusu karabekir paşa başta chp vekiliydi. kendi partisini kurmaya giden süreci şöyle açıklıyordu: ''gazi paşa, ''ben muhalif istemiyorum.'' diyerek kendisine kavlen(fiilen) ve tahriren(yazılı olarak) en çok sadakat gösterenleri mecliste namzet(aday) gösteriyordu. ben de böyle emre uyan bir meclisle, dünyaya hakim devletlerinin emniyetini kazanamayacağımızı ve hürriyet mefhumunu zedeleyeceğimizi söyledim. bunun daha şiddetli bir muhalefete yol açacağını söyleyerek seçim komitesinden ayrıldım.''[4]
partinin kurulduğu gün basına verilen demeçte, ''kamu hakimiyeti, hürriyetperverlik, cumhuriyetçilik esasları üzerinde anlaşmak koşuluyla, gerekirse chp ile işbirliği yapılarak her çeşit irticai hareketlere mukavemet edileceği'' belirtiliyordu.
chp'nin tek parti olduğu mecliste bazı kararlar çoğunluk sağlanmadan alınıyordu. çatırdamalar başlamıştı. akabinde yol ayrımı gözüktü. ilk ayrılan karabekir oldu. diğer vekiller de peyderpey chp'den ayrılmaya devam etti.
tcf çok dikkatliydi. önceden muhafazakar kimlikleri nedeniyle chp'den ayrılan/ihraç edilen vekilleri bile bünyesine almamaya dikkat ediyordu. partilerine en ufak bir leke sürülsün istemiyorlardı. temkinliydiler. parti adı için terakkiperver(ilerici) ve cumhuriyet kelimelerini bilhassa seçmiş; irticayı tahrik edecek unsurlardan uzak kalmıştı. rejim karşıtı söylemler bu partide yankı bulmuyordu. peki partinin tüzüğü, programı neydi?
tcf üzerine en ciddi ve kapsamlı araştırmanın yazarı olan erik zürcher, partinin programını, ''içinde belirgin bir batı avrupa çeşnisi taşıyan bir liberalizm programı'' olarak tanımlıyordu.[5]
parti beyannamesinin başında ''milletin mukadderatını bizzat tayin etmek için rüşdünü gösterdiği'' vurgulanarak ülkenin demokrasiye hazır olmadığı görüşü üstü kapalı olarak reddedilmişti. parti programında, ülkedeki en büyük tehlike olarak ''milleti hakimiyet ve hükümranlık hakkından mahrum edecek bir despotizm şeklinin oluşması'' görülüyordu. tüzükteki belli başlı maddeler şunlardı:
madde 1: devlet şekli, halkın hakimiyetine dayanan bir cumhuriyettir.
madde 2: partinin meslek-i esasisi liberalizm ve demokrasidir.
madde 3: yapılacak kanunlarda halkın ihtiyacı, menfaatleri, asrın gerekleri ve adalet prensipleri hakim olacaktır.
madde 6: parti, dini düşünce ve inançlara saygılıdır.
ilginçtir ki partinin en çok eleştirilen maddesi 6. madde oldu. hatta daha sonra partinin kapatılmasına gerekçe olarak bu madde gösterilmişti. gazi paşa nutuk'ta 6. maddeyi çok sert eleştirmiş ve tabiri caizse niyet okuma gafletine düşmüştü:
''(parti, dini düşünce ve inançlara saygılıdır.) ilkesini bayrak olarak eline alan kimselerden iyi niyet beklenebilir miydi? bu bayrak, yüzyıllardan beri cahilleri, bağnazları ve hurafelere inananları kandırarak özel çıkarlar sağlamaya kalkmış olanların taşıdıkları bayrak değil miydi? türk milleti, yüzyıllardan beri, sonu gelmeyen felaketlere, içinden çıkabilmek için büyük fedakarlıkların gerekli olduğu pis bataklıklara, hep bu bayrak gösterilerek sürüklenmemiş miydi? cumhuriyetçi ve yenilikçi olduklarını zannettirmek isteyenlerin, yine bu bayrakla ortaya atılmaları, dini bağnazlığı coşturarak, milleti, cumhuriyete, ilerlemeye ve yenileşmeye karşı kışkırtmak değil miydi?"[6]
ayrıca gazi paşa'nın, times muhabiri mccartney'e verdiği röportajda tcf için söylediği sözler çok ağırdı. sonradan ankara hükümeti'nin isteği üzerine röportajın ilk hali yayınlanmadı. mccartney'in haberindeki her şey, gazi'nin muhalefetle uzlaşmaya hiç niyetli olmadığını gösteriyordu. muhabire göre paşa son derece kızgındı ve muhalefet üyelerinden bahsederken onları ''her şeylerini borçlu oldukları kendisine karşı nankör ve vatan haini'' diye suçluyor ve yüzü kıpkırmızı kesiliyordu. mülakatta çevirmenlik yapan mebus sık sık araya girerek ''sakin olun paşam’'' diyordu. gazi'nin öfkesini hiçbir şey durdurmaya yetmemişti.[7]
gazi paşa nutuk'ta rauf orbay'ın saltanatçı eğilimleri olduğunu iddia etmişti. oysa aynı orbay, abdülhamit'in tahttan indirilmesinde rol oynamış, 1922'de mecliste saltanatın kaldırılması lehine konuşmuştu. hatta bu olayın ulusal bayram ilan edilmesini önermişti. çağdaş ve batılı zihniyete sahip bir kişiydi. mecliste halifecilik ve saltanatçılıkla suçlandığında kendini şöyle savundu: ''değil halifeci ve sultancı, bu makamın haklarını kendine alma hevesinde olan herhangi bir makamın dahi aleyhindeyim!''[8] orbay bu sözleriyle paşa'ya kontra yapmıştı. saltanatın haklarını almak istediği makamın cumhurbaşkanlığını olduğunu işaret ediyordu.
parti tüzüğünde tcf'yi chp'den ayıran diğer maddeler ise şunlardı:
madde 9: devletin vazifeleri asgari hadde indirilecektir.
madde 12: cumhurbaşkanı seçilen kişinin mebusluk sıfatı seçilmesinin ardından sona erecektir. (partili cumhurbaşkanı olamaz.)
madde 14: iç politikaya ilişkin ilkeler arasında, idari adem-i merkeziyet esası kabul edilecektir. (devlet merkezinin gücünü azaltılacaktır.)
madde 22: bilumum devlet muamelatı(işlemleri) sadeleştirilecektir.
ayrıca chp'nin sadece iç kaynaklarla kalkınmayı öngören devletçi iktisat anlayışına karşı serbest ticaret ilkeleri savunulmuş; ihracatın önemi vurgulanmış, (madde 30-32) sadece iç mali kaynaklara dayanarak kalkınma görüşü eleştirilmişti (madde 40-41).
görüldüğü gibi parti programında islamiyetin yeniden tesisi hakkında herhangi bir maddeye yer verilmemişti. aksine, tevhid-i tedrisat ilkesi savunulmuştu(madde 49). demokratik ve özgürlükçü bir politakanın izleri görülmekteydi. bu yüzden kemalist çoğunluğun uygulamalarından farklıydı. merkeziyetçiliğe, güçler birliğine ve devletin güçlendirilmesi ile siyasallaştırılmasına karşıydı. adem-i merkeziyetçilik ve güçler ayrılığı, kişisel hürriyetler ve daha küçük bir devlet arzusundaydılar. partinin felsefi temeli, iddia edildiği gibi muhafazakarlıkta değil liberalizmde yatıyordu. saltanatçılığın ya da gericiliğin hiçbir yerde emaresi yoktu.
parti yavaş yavaş sahneye çıkıyor derken şeyh said isyanı patlak verdi. tcf iktidarı şeyh said isyanı'nından sorumlu tutuldu. bu konuda orbay'ın mecliste kullandığı ifadeler şunlardı: ''isyan hadisesini birtakım türedilerin leimane(aşağılık) bir maksatla ortaya çıkardıkları anlaşılmıştır. efendiler, bu isyana mecnunlardan başka kimse iştirak edemez. sükun ve huzuru temin edeceğiz diye, böyle şiddet kanunlariyle(takrir-i sükun) büsbütün ihlal etmeyelim.''[9]
karabekir'in ise şeyh said isyanı ile ilgili sözleri şöyleydi: ''ben bekliyordum ki bizimde vak'a hakkında fikrimiz ve tehlike karşısında el birliğiyle çalışmaklığımız teklif olunacak. kürtler hakkında şifahen ve tahriren(yazılı) ikazıma kimse ehemmiyet vermedi. bununla beraber ister kürtlük ister irtica olsun fırkamız beyannamesinde görüldüğü üzre hükümete yardım vazifemizdir. bizim kürtlük mıntıkasında teşkilatımız bile yoktur. diğer teşkilatı lağvettiğimiz takdirde dahi hadiseyi fırkamıza yüklemek kolay olmaz mı? bunun ne burada ne de fırkamızda münakaşasına dahi tahammülümüz yoktur. biz bu teklifi reddediyoruz. isterse kuvvetiyle fırkamızı dağıtsın. ben fırka reisi olmak sıfatıyla en evvel göğsümü istibdat süngüsüne karşı gererim. fakat neticenin nerede olduğunun kestirmekte mümkün olmaz. bizim teklifimiz şudur: kürt ihtilali hükümetin idaresizliği yüzünden çıkmış ve büyümüştür. el birliğiyle bu hususta yardımda bulunuruz.''[10]
bu uyarıya rağmen meclis, yasaklama yetkisini hükümete veren takrir-i sükun kanununu çıkardı. aynı gün kurulan istiklal mahkemeleri, seri halde idam kararları vermeye başladı. ertesi gün, ülke çapında tcf'yi destekleyen tüm gazeteler -ayriyeten islamcı ve komünist yayın organları- süresiz olarak kapatıldı. bunu izleyen günlerde, tcf istanbul merkezinin polisçe aranmasını baskın olarak niteleyen hüseyin cahit, çorum'da müebbet sürgün cezasına çarptırıldı. ardından tcf'nin tüm şubeleri hükümet emriyle kapatıldı. cumhuriyet döneminin ilk muhalefet partisi olan tcf, mahkeme tarafından değil bir hükümet kararnamesiyle kapatılmıştı. dokunulmazlık gözetilmeden yirmi bir vekil tutuklandı. demokratik bir sistem yaratabilmek adına önemli bir fırsat olan bu parti denemesi, siyasi çekişmeler ve devrim tartışmalarına kurban edilmişti.
bu tarihten itibaren türkiye, sovyetler ve italya'nın ardından üçüncü tek parti rejimine resmen sahip oldu. tcf üyelerinden yirmi dördü, cumhurbaşkanına izmir'de girişilen suikast gerekçesiyle tutuklandılar. yasal prosedüre uyma gereği duymayan bir yargılama sonucunda altısı asıldı. yurt dışında bulunan orbay ve adıvar sürgün cezasına çarptırıldılar. karabekir, refet ve ali fuat paşalar idamla cezalandırıldı. fakat -kimi yazarlara göre- ordudan gelebilecek bir tepkiden çekinildiği için beraat ettiler.
o dönem parti kapatılmasına, istiklal mahkemelerine ve takrir-i sükun yasasına en büyük tepki orbay'dan geldi. gönderdiği mektubunda istiklal mahkemesi savcı ve yargıçlarına cani ve vicdansız yakıştırması yapıyordu. hatta hükümetin darbe yaptığını söylüyordu. mektubun her satırı çok sertti. orbay, mahkemenin zorla rejim değiştirme suçunu işlediğini düşünüyordu. başlangıçta hukukun üstünlüğü için yola çıkıldığı halde istiklal mahkemelerinde onun ve milli mücadele arkadaşlarının ezilmesinden dolayı epey sinirli ve üzüntülüydü. orbay mektubunu ''hayatımın her dakikasının hesabını vermeye hazırım. bunların her birinin gözünü hırs ve ihtiraslarının kanı bürümüş! gayrimeşru bir heyete karşı böyle bir mecburiyetten hamdolsun müstağniyim(dışındayım)." sözleriyle bitirdi.
orbay'ın nezdinde istiklal mahkemeleri gayrimeşruydu. hiçbir zaman kendisini sorumlu görmedi ve hesap verme tenezzülünde dahi bulunmadı. ne ilginçtir ki aynı orbay'a 1939'da inönü chp'si özür mahiyetinde bir beyanname ile kastamonu milletvekilliğini teklif etmişti. fakat orbay, gıyabında verilmiş olan on yıllık kürek cezasının kaldırılmadan bu teklifi kabul etmeyeceğini belirtti. chp, orbay'a af kanunu'ndan yararlanmasını teklif etti fakat orbay bunu da reddetti. işlemediği suçun affını kabul etmesi, dolaylı yoldan suçu da kabul etmesi anlamına gelecekti. sonunda yüksek askeri temyiz divanı'ndan beraat kararı çıkarıldı.
ismet inönü, yıllar sonra partinin kapatılmasının bir hata olduğunu söyleyecekti. 1963'te ''siyasi hayatımın 40. yılı ve chp'' makalesinde, tcf'nin ilerici reformist cephe içinde kabul edilebilir mutedil(ılımlı) bir siyaset biçimini temsil ettiğini belirtiyordu. partinin o dönemde ''muhafazakar bir zihniyetin tezahürü olarak telakki edildiğini ancak partinin kendisini asla muhafazakar olarak tanımlamadığını ve liderlerinin aslında ileri fikirli ve ıslahatçı insanlar olduğunu'' beyan ediyordu.[11]
bazı yazarlar ise, tcf kadrosunun gazi paşa'nın şahsına yönelik bir ''dikleşme''den ibaret olduğunu söylüyordu. fakat bu görüş oldukça sığdı. fatih rıfkı atay gibi sağlam bir kemalist bile tcf'nin kuruluşunu şahsi kıskançlıklara veya geçimsizliklere bağlamayı oldukça üstünkörü buluyordu. atay, böyle bir yorumun muhalif kanadın oluşması süreciyle alakalı hiçbir şey öğretmediği gibi, partinin kuruluş gayesi ile ilgili olarak da yanlış bir bilgilendirme olacağı kanaatindeydi.[12]
ikinci meşrutiyet ile kemalist dönem arasında, tcf'nin bağlantı işlevi görmesi hükümet eliyle engellendi. rejime uygun muhalefet edebilecek aydın ve elit çevreler, bu tarihten itibaren ya sindiler ya yurt dışına gittiler ya da rejime boyun eğerek ankara'da mevki edinmeyi tercih ettiler. demokratik sisteme geçiş daha da uzadı. partinin lağvından sonra muhalefetin sözcülüğü, kasaba uleması ile tarikat şeyhlerine terk edildi. islamcıların yasal bir muhalefet kadrosu içinde yer almaları imkansızlaştırıldı. islamcılar radikalleşmeye devam etti. devletin şiddeti de buna paralel olarak arttı. ne ilginçtir ki o dönemdeki mevzular bugün hala daha türk siyasetinde gündemdedir.